26 Mart 2013 Salı

YEDİ YAŞAM

    Dünyaya gelirken kimse sormadı tercihlerimizi, seçenekler henüz doğduğumuz andan itibaren içi boşaltılmış kelime israfından ibaretti. Büyümeyi bazen içten istedik, bazen farkındaydık engel olamayacağımızı ve düşerken de suçlu onlardı ve utandığımız da ve ağladığımızda ve yalnızlığımızda ve sessizliğimizde…

   Onlar hayatın bitiş çizgisindeyken de suçluydu… Sebepleri belki binlerce fakat geçerliliğini yitirmeyecek tek suçları bizi arkalarında bırakmaktı. Onlar artık yok olduklarında bizim acılarımız hangi kalabalığa karışmıştır bilinmez.

   Zamanla gerçekten engel olamadığımız yıllar gelip geçer ve büyümek dedikleri anda buluruz kendimizi ve o yüzleşmekten korktuğumuz gerçek  artık avuçlarımızda ‘ Tek suçlu onlar değildi.’ Dünyaya küsüp terk edenlerin intikamını almak yerine gidenleri bir gün yeniden yaşatabilmek bence ‘seçeneklerin’ içini doldurabilmek. Hem de öyle yaşatmak ki alacakları nefes pahasına dünyaya elveda diyebilmek. Bir hataysa yalnızlığımızın sebebi  gidenler gitmeliydi ve geride kalma tek sebebimiz denizin maviliğini görebilenlere şahit olmak.

    Aklımızın ermediği anlarda bir işaret olmalı doğru ışığa çıkacak, bir umut olmalı yolun sonuna varılacağına , bir kitap , bir film olmalı ‘bitsin’ dediğimiz anda onlarca faydasız şeyleri yapmakla meşgul olmaktan  kurtarıp yüzümüzü ayazın keskin soğuğunda yıkayacak.

  Will Simith’in başrolünü üstlendiği  Seven Pounds(Yedi Yaşam) tam da bu hissettiğim duygularımdan yakaladı beni. Hayat ve ölüm, bağışlama ve pişmanlık iç içe geçmiş bir hikaye. Her sahnesinde farklı bir duyguya kapılmanın yanında film ilerledikçe farklı  soru işaretleriyle yoğunlaşırken  tahmin etmekte acı duyduğumuz bir sonun hikayesi. Klasik aşk hikayelerinden  farklı bir boyutta ele alınmış olması ve konunun birden fazla olması akıcılığını artıran belki en önemli etmenlerden birisi.

   Bunların yanında eleştirilen yönüyse yedi kişinin kurtarılışını anlatan bu filmde kişilerle temasa geçilmemesi, bir kaç kareden oluşması ve ayrıntıya yer vermek yerine daha çok izleyicinin bu boşlukları kendisin doldurması ve bağlantıyı kurması. Tembelliğimizin vermiş olduğu rahatlıktan olsa gerek düşünmek yerine başkalarının düşünmesini beklediğimizden  ve sabırsızlığımızdan her şeyin bir an önce açığa çıkmasını beklemek başlarda sıkılma sebebi. Fakat bence filmin ayrıcalığı da her şeyi açık seçik vermemesidir. Sabrederek sonuna kadar izlenildiğinde filmin kalitesini görmek mümkün.

                                                                                                                                                                                  AYSU GÜL

15 Mart 2013 Cuma

ADI BEN

...Aslında yoktu kaybedecek sevinçlerim, umutlarım... Oysa hep korktum kaybetmekten. Ben dilek ağaçlarındaki renk cümbüşünü görmeden sızlattım yüreğimi acıya gülsün diye... Arzularım hep kırık camlar üzerindeydi o yüzden yaralıydı adımlarım... Hep gitmeler yakıştı çekingen adımlarıma. Ardıma bakmak sadece gözyaşıyla mükafatlanr bilirim... Ben aslında amatör bir çırağım yağmur kokulu kimsesiz sokak uçlarında. Belki bu yüzden göremiyorum her gündüzün sonundaki akşamı...

SÖZ...

Gelmeyen sevgiliye özlemi bilir misiniz...
Bıraktım duvarlarım boş kalsın artık,sevgiye dair sözlerimi köşe başlarındaki dilenciler bile kabul görmüyor...
Yüreği kavrulur da insan hani acısını en iyi dile getirecek cümleyi bir türlü bulamaz ya iste şimdi bende öleyim...tarif edemem her defasında aynı acıyla kavrulan yüreciğimin düşmüşlüğünü...o yüzden susuyorum,sustukça kavuruyorum kızıl közlerde acıyan yanlarımı...ve adına sadece k_AyGım diyorum...bitmeyen k_AyGım...

SEBEP BEN...

Merhaba ayaz yine ben geldim...
Hadi dondur kalbimi,
Hadi rüzgarlar üşütün  beni....
Hırsızlar, köşe başlarındaki yankesiciler...hadi çalın feryatlarımı...
Durma yağmur  hadi ne olur al günahlarımı her damlanla hücrelerimden...
Anne...annemmm kalbim kanıyor korkuyorum hadi yine kandır,
Bitti de geçti de...
Soğuk ölüm hadi gel uyut beni gölgende,
Sakla kimseler görmesin gittiğimi azrail...

BUGÜN GÜNLERDEN SEN...

...
   Bugün yokuşlarımın sana çıktığı yerde seni intihar ettim...Bugün korkularımı yendim...Lirik bir mizah var yüzümde hani ayakların gider kalbin 'DUR' işaretine takılır ya yolda aniden işte öyle...Bekleyişim kaybetmeyi yakıştıramamak tan çok, kazanma hırsına kapılıp,kendimi kendime astırmamla  son buldu nihayet.
   
    Hem acıkmış hem susamış bir anında açlığını bastırma bahanesinin ardına saklarsın içtiğin suyu...Mideni de bu yalana ortak edip açlığını unutturursun kendine...İşte bende bugün kendimi  kandırma çabaları içerisinde koşturuyorum atımı ufuklara....Varken yokluğunu yaşadığım gibi, yokluğunda varlığının acısını saplıyorum yüreğime...

7 Mart 2013 Perşembe

8 MARTLARA UMUTLA…

         Hatay’da bir  kadın sağlık ocağına götürdüğü  bebeğiyle yolda yürürken  uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybetti.
         Ankara ‘da bir kadın , boşanma davası  süren eşi tarafından bıçaklandı.
         İzmir’in Karabağlar ilçesinde bir kişi tartıştığı karısını boğarak öldürdü.
         İstanbul’un Esenyurt ilçesinde Afgan asıllı adam, birlikte yaşadığı beş aylık hamile kadını  oniki yerinden  bıçakladı. Hastaneye  kaldırılan talihsiz kadın doktorların müdahalesi sayesinde kurtulurken, karnındaki beş aylık bebek hayatını kaybetti.
          …
          Biri karnından defalarca bıçaklanarak, diğeri beyninden tek kurşunla  tattı ölümün su götürmez yüzünü. Biri vücuduna aldığı darbelerle çaresizce kapaklandı alnına eşiğin, birinin yüzü tanınmıyor daha toprağa girmeden.
           Biri annemizdi… Her kapıya vurduğumuzda içimizi korku çoktan sarmışken  yine de ‘Belki yetişirsem bu sefer de kurtarabilirim.’ dediğimiz.
           Biri kardeşimizdi daha dünyası toz pembe  hayallerle el ele…O daha çok küçük…
           Biri komşumuzdu her yüzüne baktığımızda  yürek sızlatan çaresizliğine şahit olduğumuz, bazen üst kattaydı yastığın altına girip bastırmaya çalıştığımız gürültüler.
            Bazen televizyondakiler kadar uzak, bazen sokak ortası kadar çıplak, bazen de kendi benliğimiz kadar yakındı kimsesizliğimiz.
            Ölen ölmek zorundaydı; ölmeli ki örnek olsun başı dik olanlara. Öyle ya  bizdik işte geçen yolun kenarından yabancı gözlerle süzen. Müdahale mi?  Kimin haddine, o kocasıdır ister döver ister sever..!
            Olur da sığınayım polise dersen;
            ‘Eşinden ayrıl, bekar evim var sana yardımcı olurum, bu gece bende kalabilirsin …’der hakkıyla sarkıntılıkta dibe vurmuş yurdum insanı.
             Nerde bu devletin yargısı diye soracak olursan;
            Mitinge katılan, afiş asan, konser bileti satan çocuklara ‘örgüt üyeliğinden’ en ağır cezaları keserken, kadın katili kocalara, babalara, tecavüzcülere karşı engin babacanlığını göstermekle meşgul.’ Bu ilişkiyi  ailene anlatırım’ diyerek ilişkiye giren (ne yazık ki) insanoğlu tehdit oluşturmadığından on yıl hapis cezası verilecekken beş yıl ceza verip ‘iyi hal’ indirimi yaparak bu cezayı dört yıl iki aya indirmekle meşgul.